Arif bey biraz kendinizden bahseder misiniz?

Biz aşkın hamalıyız. Kim olduğumuzun, nereli olduğumuzun hiçbir önemi  yok.  Gündüzleri eşya hamalı iken, geceleri ise, aşkın hamalı olmak kaderimize yazılmış. Tüm olumsuzluklara ve dünyada yaşanan zulme rağmen umudumuzu yitirmedik. Kimi zaman saatlerce secdeyi gözyaşlarımızla ıslattık, kimi zaman da anlamak istemeyenlere laf anlatmaya çalıştık. Ama hiçbir zaman bulunduğumuz yeri değiştirmedik. Yeryüzünde adalet sancağı nerede dalgalanıyorsa biz oralıyız. Yaşamak zorunda olduğumuz her yer bizim vatanımızdır. Bazen Bağdat’ta yaşarız, bazen Mısır’da kimi zaman Yemen’de.  Şimdi ise, Ankara’dayım. Yarın nerede olacağımızın da bir önemi yok. Tek önemli olanın hakkı her yerde söyleyebilmektir.

Arif bey evli misiniz? Kitap yazmak dışında bir iş yapıyor musunuz?

Evet evliyim üç çocuğum var. Ankara’da siteler semtinde yaşıyorum. Evimizin bulunduğu yer mobilyacılara yakın. Mobilyacılarda hamallık yapıyorum. Ben kitabı para kazanmak için yazmıyorum. Hatta şimdiye kadar kitaptan para da kazanmadım. Öyle bir derdim de yok. Ben kitabı bir amaç uğruna yazarım. Hatta yazmanın ötesinde yaşarım desem daha doğru olur.

Okuyucu kardeşlerimin akıl almaz gibi görünen ifadeleri okurken, aklın da bir sınırı olduğunu, Sidret-ül Münteha’dan öteye ermediğini düşünmelerini tavsiye ederim.
Baştan belirtmek isteriz ki, dünyanın hiçbir yerinde bu türlü anlatımlarda “gerçekten yaşanmışlık” şartı aranmaz. Asıl olan, yaşanan olayların ifade ettiği “hissedir” modern deyimle “didaktik değeri.”

Bu kitabı yazmaya neden ve nasıl başladınız bize anlatır mısınız?
Bu kitap bir zaman yolcusunun hikayesidir. Bu alemde herkesin bir hikayesi bir yolculuğu vardır. Samimiyetle idealize edilmiş bir dünyaya ait hatıralardır bunlar.  Siz bu satırları okurken uyanacağınız bir rüyanın içinde olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Ya o rüyadan uyanamasaydınız?  Sonsuza kadar sürecekmiş gibi devam eden bu yolculuğun da bir gün sona ereceğini biliyorum.
Zülkarneyn Aleyhisselam ölüm döşeğinde yattığı vakit vasiyetinde, “Ben ölünce, sağ elimi tabutumdan dışarı çıkarın ve elime bir altın top verin. Bu, cihanı (dünyayı) avucumun içine aldığıma işarettir. Sol elimi tabuttan dışarı çıkarın fakat o boş olsun. Bu da cihandan bir şey götürmediğime işarettir” dedi. Annesine de kendisi için ağlamamasını vasiyet etti. “Canım anam, ağlama. Ardından ağlanacak, cihanda kimsesi olmayan ve ardından tek kişi ve bir şey bırakmayanlardır.”
Bu kıssa beni çok etkilemiş, kitabı yazmamda da büyük etkisinin olduğunu söyleyebilirim.

Kitabınızın adını neden Aşkın Kapısı okurlarımıza da kısaca bahseder misiniz?
Hayatımı yaşadığım eski zamanlarda, televizyon yoktu, radyo yoktu, bilgisayar yoktu, internet yoktu. Hayatın her anlamı doğal ve gerçekti  yapay zekalar yoktu, yapay duygular yoktu, yapay aşklar da yoktu. Ben böyle bir zamandan geldim.  Aşk kimine sürgün, kimine hicret, kimine de miraçtır. Yağan her yağmur damlasında onu görebilmektir. Kitapta bana rehberlik eden Aşık Dede ile Hacı Bayramı Veli Camii’nde çıktığımız manevi yolculuğa, üzerinde Efendimiz Aleyhisselam’ın “Kişi sevdiği ile beraberdir” levhasının asılı olduğu “Aşkın Kapısı’ndan” geçerek başladık.

 

Kitabınızın adını neden Aşkın Kapısı okurlarımıza da kısaca bahseder misiniz?
Hayatımı yaşadığım eski zamanlarda, televizyon yoktu, radyo yoktu, bilgisayar yoktu, internet yoktu. Hayatın her anlamı doğal ve gerçekti  yapay zekalar yoktu, yapay duygular yoktu, yapay aşklar da yoktu. Ben böyle bir zamandan geldim.  Aşk kimine sürgün, kimine hicret, kimine de miraçtır. Yağan her yağmur damlasında onu görebilmektir. Kitapta bana rehberlik eden Aşık Dede ile Hacı Bayramı Veli Camii’nde çıktığımız manevi yolculuğa, üzerinde Efendimiz Aleyhisselam’ın “Kişi sevdiği ile beraberdir” levhasının asılı olduğu “Aşkın Kapısı’ndan” geçerek başladık.

Aşkı çok güzel tarif ettiniz.  Sizce halk arasında şimdilerde daha sık konuşulan tasavvuf hakkında neler söylemek istersiniz? Tasavvuf nedir? Tasavvuf ehli nasıl yaşar? Bunu bize anlatır mısınız?

Tasavvuf mavera yolculuğudur, gizemdir, hikmettir, sırlarla doludur ve ilgi çekicidir. Zulmani ve nurani yetmiş bin perdenin arkasındaki hakikate seyirdir. Tasavvuf bir aksiyondur, heyecandır. Sakindir ama derindir kainatın matematiğidir. Geçmiş zamanlardaki yedi mühürlü bir kitap gibidir. Nakışta, nakkaşa aşktır tasavvuf.

Anladığımız kadarıyla bu kitap yaşayan, ruhu olan şimdi ve ilerleyen yıllarda da adından çokça söz ettirecek bir kitap. Bazı okuyucularınız kitabınızın üç boyutlu olduğu ile ilgili yorumlarda bulunmuşlar. Bu konuda sizin düşünceleriniz nelerdir?

Okuyucu kardeşlerim doğru düşünmüşler, bunun için onlara teşekkür ediyorum. Mesele şudur; eğer siz bir kitabı satırdan okursanız okuduğunuz kitaptan bir şey alamazsınız. Ama siz kitabı satırdan değil de sadırdan okursanız, kitapla hemhal olursunuz yani kitap size kendini açar, sırlarına vakıf olursunuz. Bize yazdırılan kitaplarda, kelimeler zaman kilidiyle şifrelenmiş, hayra niyet etmenin gücü kelimelere yüklenmiş.
Üç boyutlu meselesini de kısaca şöyle anlatalım; mesela bazı kitapları okursunuz sadece, aklınıza hitap eder.  Bilgilerinden istifade edersiniz ama bu sefer de ruhunuz bir şey almaz. Aç kalır. Bazılarını okursunuz sadece kalbinize hitap eder. Yani bu kitap gibi birkaç yönüyle hitap etmez. Bizim kitaplar hem bilimsel tarafları olduğu için “aklınıza”, manevi tarafları olduğu için “ruhunuza”, beşeri  duygularla “aşk” gibi konuları da içerdiği için “kalbinize” de hitap ediyor. Yani üç boyutlu oluyor. Bilgiyle aklı tatmin ediyor, doyuruyor. Manevi tarafıyla insan ruhunu doyuruyor, ruhunuzda, iç âleminizde bir huzur hissediyorsunuz ve dahi kitaptaki karakterlerin yapıcı, beşeri, insani ilişkileriyle de kalbinizi doyuruyor…
Yani; “Gizemi sırlarında, sırrı gizeminde saklı olan” bir kitaptır bu.
Bu kitap sanki bir aşk duygusu ile yazılmış. Bu hisse kapılmamızın bir sebebi var mı?
Evet vermek istediğimiz duygu da bu idi. Bunu hissettirebildiysek ne mutlu bizlere. Demek ki biz de okurlar da doğru yolda.  Vermiş olduğumuz mesajlar yerini buluyor.  Bize yazdırılan kitaplarda, kelimeler zaman kilidiyle şifrelenmiş, hayra niyet etmenin gücü kelimelere yüklenmiş. Ve bugüne kadar bize yazdırılan kitaplarımızın tek kelimesi, virgülü dahi abdestsiz yazılmadı neden? Çünkü bir yönüyle bilimle birlikte rahmani metafiziği anlatıyorsunuz, bir yönüyle  ayetler ve hadisler var. Bunları yazarken zulmani güçler veya negatif enerjilerden, sinyallerden korunmak ve kitabı en güzel şekilde, en hayırlı şekilde okuyucuya sunmak için, tam donanımlı olmak lazım. İşte abdest sizi tüm bu kötü negatif enerjilerden, nazardan, düşüncelerden muhafaza eder. Yani abdestli ve Rabbine teslim olan Arif Akdaş ya da herhangi bir kul, silahlarını kuşanmış savaşa hazır demektir.

Bizim derdimiz gençlerimizi kendi değerlerine, gerçeklerine, hakikatlerine ulaştırmak olmuştur her zaman. Batı edebiyatında Harry Potter ve ona benzeyen bilim kurgu tarzındaki hayali olan kitapların gençlerimizi nasıl tesir altına aldığını ve zehirlediğini  görüyor,  gördükçe buna çok üzülüyoruz. İşte bu, zulmani neşriyatın gençlerimizi İslami yaşayıştan ve Muhammedi ahlaktan uzaklaştırmak için kıyasıya, tüm güçlerini her anlamda kullandıkları bir savaş oyunudur.  Sonunda ortaya çıkan ise; kaldırımlarda sürünen, binanın çatısından betonu havuz zannedip çakılan, kimsiz, kimliksiz ve kimsesiz anne kuzuları haplanıp maalesef 15 yaşlarında daha hayatlarının baharına ulaşmadan ya hayatını kaybetmekte ya da toplumdan uzak, habersiz hayatın bir haptan ibaret olduğunu zannetmekte.

Yani Hakk ile batılın savaşıdır bu. Biz de işte büyüklerin bize manevi alemde izin vermeleriyle onlara savaş açtık. Yani;   İslam tarihinde, batı tarzı bilim kurgu hayali kitaplarına taş çıkaracak birçok manevi olaylar yaşanıyor ve hala da yaşanmaya devam ediyor.
Kitaplarımız, yaşanan zaman ötesi olayları anlatırken, hem bilimsel, hem manevi, hem de tarihimizde yaşanmış zaman ötesi olayları da örnek vererek bunu ispatlıyor… Biz bu kitapta zamanda yolculuğu, dünyalar arası yolculuğu, başka alemlerde yaşayan ve evliyaların bizzat gidip irşad ettiği Rabbimizin başka âlemlerindeki kullarını anlatıyoruz… Bunlar hep gerçek, hep hakikat yani zaman ötesi yaşayan, Cenab-ı Allah’ın “Seçilmişler Zümresi” veya “Hizmetkarlar Zümresi” nin hakikatleridir tüm bu yazdıklarımız.

Kitapta görünmez orduların savaşından söz etmiş,  Dünyanın ve Türkiye’nin gidişatı ile ilgili bazı imalarda bulunmuşsunuz, buna biraz açıklık getirir misiniz?

2012 yılından beri bize manevi alemden müsaade edildiği için açabiliriz. Elbette izin verildiği ölçüde.
Şöyle ki; Dünya’nın yani bütün dünya ülkelerini n gidişatı Türkiye’nin gidişatına bağlıdır. 2012 yılından beri gayb aleminden 4000 evliya, 4000 zat-ı şerif anadolunun değişik bölgelerine yerleştiler. Çünkü manevi tasarruflarıyla Türkiye’yi dünyanın parlayan yıldızı ve süper gücü haline getirmek ve Türkiye üzerinde oynanan zülmani oyunları, planları bertaraf etmek için buradalar. Manevi koruyuculuk misyonu üstlenmişlerdir.
İşte bu görünmez orduların savaşıdır.
Türk milleti olarak uzun asırlar boyu hep manevi gözle hayat sürdük ve hükmettik. O yüzden, önümüze çıkan engelleri aştık. Sömürge olmadık. Dilediğimiz gibi hür yaşadık.  Bunu hazmedemeyen bir çok ülke karşımıza  çıkmaya cesâret edemedi. Alparslan’da o göz vardı; Osman Gazi’de o göz.. Yûnus’da aynı göz vardı. Onlar gözü ile birlikte yürekleriyle de bakar öyle görürdü. Onları Yûnus yapan, Osman Gazi ve Alparslan yapan da birer gönül sâhibi ulu kişiydi. Topluma, o insan-ı kamil dediğimiz, şeyhler, evliyalar, pirler yön veriyordu ve hâl böyle olunca toplum da, o toplumun önderleri de ölçü dışına çıkamıyorlardı. Maddî ve mânevî bütün fetihlerimizi hep bu gözün görüşüyle kazanmıştık. Sinan, taşları böyle yontmuş…  Bediüzzaman, milletimizin ızdıraplarını gene aynı gözle tahlil etmişti.
Zahirde ne kadar devletimiz, milletimiz yapıyor gibi görünse de aslında ilk önce gayb aleminde zulmanilerin yaptığı planlar, Türkiye üzerinde oynanan oyunlar, yani onların bu oyunları ilk önce manevi alemde boşa çıkartılır müdahale edilir. Daha sonra bu, zahir aleme yani yaşadığımız boyuta yansıyor. Biz bu filmi manevi alemde baştan sona izlediğimiz için, manevi alemde önceden tedbirler alınıyor. Görünmez orduların savaşında Türkiye muzaffer olacak Allah’ın izniyle diriliş günü çok yakındır…
Peki, Avrupa ve Ortadoğu’nun gidişatına ne diyorsunuz?

Avrupa devletleri yıllarca İslam coğrafyasını mahveden, sömüren, işgallerle İslam dünyasını hep baskı altında tutmaya çalıştı. Mesela şu an Ortadoğu’da gelişen olaylar gibi. Onların amacı Haçlı ruhunu tekrar canlandırmak. Türkiye’yi dolaylı olarak kıskaç altına almak ve istedikleri gibi Türkiye’de at koşturmak. Ama bu olmadı, her oynadıkları oyun döndü dolaştı onların başında patlak verdi. İlahi Mukadderat Türkiye’nin şahlanacağı  döneme girdi. Türkiye demek İslam dünyası demek. Türkiyesiz bir İslam dünyası düşünülemez hatta hayal bile edilemez.  Çünkü Türkiye İslam’ın kalesidir, Türkiye giderse tüm İslam dünyası uçurumlara sürüklenir. Gelelim Ortadoğu’daki gelişmelere. 2012’de “Türkiye, Suriye’ye girecek” dediğimizde bu ancak hayaldir deniliyordu. Ama bugün bakıyoruz Türkiye, hem İslam âleminin geleceği, hem de kendi geleceği için Suriye topraklarına girmek zorunda kaldı ve bir daha çıkmayacak.  Armagedon’un başlangıcı, Türkiye’nin Suriye topraklarına girmesiyle başlanmış oldu. Ortadoğu bütün dünya ülkelerinin geleceği için kilit noktadır. Bu savaşın seyri Hatay Amik Ovası’na kayacak. Dünya tarihinin en büyük savaşı Amik Ovası’nda olacak.  Ortadoğu’daki bu savaş tüm dünya ülkelerini içine alacak 3. Dünya Savaşı’na neden olacak bir ateş topudur. Öyle bir hal alacak ki, tüm dengeler bir anda değişecek. Ruslar ve Almanlar arasında savaş çıkacak, Ruslar Almanları hallaç pamuğuna çevirecek.  Çin ile Japonya savaşacak, Japonlar Çin’i yenecek. Ruslarla Türkiye savaşacak. Ruslar İstanbul’u 3 ay işgal edecek… Avrupa devletleri Ruslar tarafından yerle bir edilecek. Türkiye ile Rusya arasında çıkacak savaşta, Moskova fethedilecek. Şu an Türkiye ile Rusya arasında ne kadar büyük yatırımlar yapılıyor olsa da, dengelerimiz iyi gözüküyor olsa da bu geçici bir dönem ve uzun sürmeyecek. Türkiye hiç beklemediği bir anda Rusların saldırısına maruz kalacak. Türkiye ve Rusya savaşacak.  Bu savaşta Ruslar büyük bir hayal kırıklığına ve hüsrana uğrayacak ve Allah’tan manevi destek (Görünmez Ordular) yetişecek ve bu birlik Rus ordusunu darmadağın edecek.